Hürriyet - J.S. Mill

Hürriyet
Özgürlük
Author

Kaan Sevim

Published

December 12, 2025

Mill, J.S. (1988). Hürriyet. Mehmet Osman Dostel (Çev.). İstanbul: Milli Eğitim Basımevi

John Stuart Mill 20 Mayıs 1806’da Londra’da doğmuştur. Hayatı boyunca felsefe, siyaset, ekonomi, edebiyat, sosyoloji gibi birçok sahada eser bırakmıştır. Mill üç yaşında babası James Mill’in eğitimi altında Eski Yunancayı öğrenmeye başlamış; sekiz yaşında Latinceye geçmiş; on iki yaşında ise ayrıntılı bir şekilde iktisat, mantık ve matematik dersleri almaya başlamıştır. Babası James Mill ve Jeremy Bentham tarafından hem faydacı hem de rasyonalist olarak yetiştirilmiştir. Rasyonelliği hayatının geri kalanı boyunca devam etmiş olmasına rağmen, faydacılık konusunda babasının yolundan tam olarak gittiği söylenemez. Uzun yıllar Doğu Hindistan’da görev yapan Mill, İngiliz sömürgesini barbar ve medeni tanımlamaları ile meşru gösteren çalışmalar da kaleme almıştır. Dini akidelere karşı çıkmamakla beraber agnostik olan Mill, Hürriyet Üzerine adlı eserinde de din bahisleri ile ilgili misaller vererek yazım alanını her zaman geniş tutan elektisizm tarzında denemeler yazmıştır. Elektisizm tarzında yazı kaleme alan Mill, bu çok yönlü yazı tarzı kendisine hem bir avantaj hem de bir dezavantaj oluşturmuştur. Bu tarzı yazılarını güçlü kılmış olsa da aynı zamanda farklı alanları birleştirme kabiliyetindeki zorluklar kendisini birçok noktada tutarsızlıklara sürüklediği söylenebilmektedir. Hürriyet kitabının eşi ile müşterek bir eseri olduğunu söyleyen Mill, bu kitabı eşinin ölümünden sonra 1859 yılında yayınlamıştır.

Mill, Hürriyet üzerine yazmış olduğu denemeyi beş bölümde ele almaktadır. Birinci bölümde hürriyet üzerine tanımlamalarda bulunmaktadır. İkinci bölümde düşünce ve tartışma hürriyetinden; üçüncü bölümde bireyselcilikten; dördüncü bölümde toplumun birey üzerindeki otoritesinden ve son bölümde de bu düşüncelerin uygulamalarından bahsetmektedir. Mill hürriyet üzerine düşüncelerini tam olarak felsefi ve soyut bir zemin üzerinden hürriyetin doğasını tartışmamaktan ziyade her bir düşüncesine karşılık gelecek olan misallerle gerçek yaşama uyarlama gayesini benimsemiştir. Hürriyet bahsini soyut ya da duygusal birtakım söylemlere mahal vermeden kaleme alması ve uygulamaları ile bunu desteklemeye çalışması Mill’in rasyonalist bir dünya görüşünü doğrular niteliktedir. İnsanın, toplumun, bireyin ve devletin hürriyet sınırlarının belirlenmesi noktasında detaylı bir inceleme ortaya koymaya çalışmıştır. Hürriyet özelinde devlet ile birey, birey ile toplum ve birey ile birey arasında sınırların koyulabileceğini iddia eden Mill baskı, sınır ve hür olan konuları etraflıca incelemiştir. Mill’den önce Rousseau gibi yazarlar özgürlük düşüncesini insanın doğuştan gelen bir hakkı olarak tartışırken, bu konuya hiç girmemiş olan Mill hürriyet kavramını medeniyetin ve hakikatin zorunlu bir gerekçesi olarak görmüş ve bu ölçüde rasyonel bir çerçeve çizmeyi benimsemiştir. İnsan hürriyeti üzerine çok fazla hak tanımayan, her hak tanımlaması yaptığında onu sınırlandıran Mill genel olarak bireyin hürriyetini başkalarına zarar verme hududuna gelene kadar serbesttir prensibini ortaya koymaya çalışmıştır. Birey-toplum ya da birey-devlet ilişkilerinde çok fazla kısıtlayıcı yaklaşımı olmasına rağmen, düşünce ve tartışma hürriyetinde oldukça özgürlükçü bir yöntem belirlemiştir. Hatta hakikate ulaşmanın tek metodunun fikirlerin hür olarak tartışılmasında olduğunu ifade etmiştir. Hakikat konusunu tartışmaktan çekinmemeyi şu şekilde tanımlamaktadır “Korkunç olan kötülük, hakikatin cüzüleri arasındaki şiddetli çarpışma değil, ancak, hakikatin yarısının sessiz sedasız ortadan kaldırılmasıdır.” Mill’in bu cümleden bahsettiği aslında hakikatin tartışılmasının otorite tarafından susturulması ya da baskılanması, hakikat olduğu bilinen düşüncelere karşı çıkılmasından ve tartışılmasından çok daha kötü olduğunun beyanıdır. Tartışma ve ifade hürriyetinden bağımsız olarak bireyselciliğin de önemimden bahseden Mill, otorite ister Tanrının isterse de insanların emirlerini yerine getiriyorum desin, eğer bireyselciliği kısıtlıyorsa istibdattır. Bireyselciliği yok eden her şeyi birer istibdat olarak görmüştür. Fakat, ilginçtir ki bireyselciliğe karşı bu kadar özgür bir tavır takınan Mill şöyle bir söz söylemektedir: “Medeni olmayanları idarede istibdat meşru bir hükümet tarzıdır, yeter ki gaye onların ıslahı buluna.” Bireyin kısıtlanma prensibini medeni ve barbar üzerinden farklı yorumlanması gerektiğini düşünen Mill, aslında İngiltere sömürüsünü desteklediği için sömürü altındaki yerlerde bireysel hürriyeti gerçekleştirmek istemediği için kendi teorisine ters düşen bir tanımlama yapmak zorunda kalmıştır. İnsanın elinde olan her şey; tabiata hakim olma, kuvvet, prensip her ne olursa olsun, bütün bu vasıtalar tek bir sübjektif bir eylemin altında gerçekleşir, o da insanın kendi ruhudur. “İnsan maddeye ruhu ile hakimdir, hürriyetine de öyle; şu farkla ki, maddeye hakim olma ruhunu kaybeden insan yalnız maddenin esareti altına girer, hürriyetine malik olma ruhunu kaybeden insan da esaretin her türlüsüne düşebilir.” Mill’e göre hürriyet, insanın sadece kanunlar üzerinde belirlenen bir sistematik bir yaklaşımla ne yapıp ne yapmaması gerektiğinin tasarlanması değil aynı zamanda bireyin hür eyleminin, otoritenin değil bireyin ruhsal iradesinin egemenliğinde olması gerektiğini ifade etmektedir. Hatta devletin salahiyetinin artmasını hürriyetin zararına olarak görmektedir.

Hürriyet ile otorite arasında çok eski yıllardan beri bir tartışma olduğu bilinmektedir. Fakat bu tartışmaların birçoğu tebaa ve devlet arasındaki ilişkilerden kaynaklanan bir tarafının olduğu belirtilmektedir. Çalışan işçilerin devletin baskısından ya da çalıştıranın baskısından kurtulması birer hürriyet olarak tanımlanmaktaydı. Toplumun ya da bireyin böyle bir zorba çalışma prensibinden kurtulmaya çalışması hürriyet hakkı olarak görülebilmekteydi. Bu çatışma zaman içerisinde, devlet otoritesinin kendi menfaatleri ile halkın menfaatlerinin birbirinden bağımsız olma prensibi, tabiatın doğal bir süreci olmadığı fikri ile birlikte otorite menfaatlerine karşı bir tepki ortaya çıkmıştır. Toplum kendi hürriyetini arama çabası içerisinde idare edenlerin yetkilerini kısıtlama sürecine giderek, tek taraflı bir menfaate karşı direnmiştir. Fakat bu durumdan daha da ileriye giden toplum devletin ve idare edenlerin menfaatlerinin halkın menfaatleri ile aynı olması gerektiğini söyleyerek eşitlikçi ve demokratik sürecin çizgilerini oluşturmaya başlamıştır. Fakat bu demokratik olarak tanımlanan süreç ilerleyen zamanlarda “ekseriyetin istibdadı” olarak tanımlanmaya mecbur kalacaktır. Çünkü ekseriyetin istibdadı her ne kadar şiddetli bir cezalandırma sistemi gütmemiş olsa da insanların yaşamlarını ve ruhlarını esir altına aldığı için eski istibdat yöntemlerinden çok daha fazla bir şekilde insan hürriyetini çemberi altına almıştır. Her insanın saadet içerisinde yaşayabilmesi için bir diğeri üzerinde sınırlar koymaya da mecbur olunduğu kaçınılmaz bir gerçektir.

Ekseriyetin ya da otoritenin eylemsel olarak müdahalesinin her doğrultuda uygunluğunu ölçebilecek bir prensip geliştirilmemiştir. Mill’e göre, bu prensibin belirleyen şey; insanın hareket serbestliğine müsaade eden tek haklı nokta nefsi koruma olmalıdır. Aynı şekilde otoritenin de birey üzerinde tasarrufta bulunabileceği yegane alan o kişinin bir başkasına verebileceği zarar anında ortaya çıkabilir. Bundan bağımsız bir şekilde bireyi bir şeyi yapmaya zorlamak, sırf bu şekilde yapması onun hayrına olacak diye, o kişiye zorla bir şeyi yaptırmanın hiçbir zaman haklı bir gerekçesi yoktur. Mill’in bu çıkarımı kişinin kendi kaderini tayin etmesi ile aynı fikri alt yapıyı doğruladığı görülebilmektedir. Buradan hareketle birey kendi vücudu ve aklı üzerinde başına buyruk olması gerekmektedir.

Her ne kadar Mill’e göre her birey kendi kaderini tayin etmesi serbest kılınmış olsa da bu durum herkes için geçerliliğini korumamaktadır. Örneğin, kanun tarafından ergin olarak kabul edilmeyenler üzerinde böyle bir haklılığın var olduğu düşünülemez. Mill buradan hareketle ırksal bir bakış açısıyla, ırkların da erginlik sürecinin olduğunu ve medenileşememiş toplumların kendi eylemlerinde başına buyruk olmasının doğru olmayacağı ve onların istibdat altında yönetilmelerinin daha uygun olacağı tezini ileri sürer. Elbette ki bu ırksal bakış açısı Mill’in İngiltere sömürülerini desteklemek adına kendi savlarını çürüttüğünü yukarıda belirtmiştik. Kendi eylemini tayin hakkına tekrar dönecek olursak, bireylerin başkalarını ilgilendiren eylemlerinden sorumlu olduklarını bildiğimiz gibi eylemsizliklerinden de sorumlu olduğunu bilmemiz gerektiği önemli bir konu olmuştur. Mahkeme de şahitlik yapmak ya da savunmasız olan kişileri korumak gibi süreçler kişinin eylemsiz kalması halinde sorumlu tutulacağı süreçlerdir. Çünkü bir eylemin yapılması topluma zararı olabileceği gibi o eylemin gerçekleştirilmemesi de topluma zarar vereceği düsturundan hareketle eylemsizlik de sınırlandırılmaktadır.

Mill insanın fikir ve tartışma hürriyetleri bağlamında, fikirlerin susturulmaması gerektiğini şu şekilde temellendirmeye çalışmıştır: Tüm insanlar aynı fikirde olsa yalnızca bir kişi muhalif fikirde olsa, nasıl ki bu şahsın, elinde kuvvet olsa diğer bütün kişileri susturmaya hakkı yoksa, insanların da bu tek kişiyi susturmaya hakkı yoktur.” Hürriyet bağlamında cimri olduğunu söyleyebileceğimiz Mill kitabındaki en fazla hürriyeti fikir ve tartışma hürriyetine vermiştir. Hakikat bağlamında değerlendirmeye almıştır. Eğer hakikat olarak kabul edilen bir fikre karşı bir fikir ileri sürüldüğünde insanlar buradan her koşulda kazançlı çıkmaktadır. Birinci olarak, şayet öne sürülen fikir eğer doğru ise insanlar doğru olan ile yanlış olanı değiştirme şansı elde ederler ve doğruya ulaşırlar. Şayet öne sürülen bilgi yanlış ise de o halde kendi hakikatlerini daha iyi ve vazıh bir şekilde güçlendirmiş olurlar. Hatta bir eylemin veya fikrin doğru olduğunu iddia edebileceğimizi sağlayan asıl şart, eylemin ve fikrin yanlışlığını ispat etmek adına insanların tam bir hürriyete sahip olmalarıdır. Bir fikir ne kadar doğru olarak kabul edilirse edilsin, eğer korkusuzca ve sık sık tartışılmadığı müddetçe canlı bir hakikat olarak değil, ölü bir dogma olarak inanılır. Aslında varolan hakikatin kendi iç dinamiğini ve gücünü sürekli koruyabilmesi onun daim bir şekilde eleştiriye açık olmasına bağlı olduğu düşünülmektedir. İlerlemeci bir mantıksal yapısı olan Mill, fikirlerin sürekli çatışması neticesinde insanlığın ilerleyen süreç içerisinde daha fazla doğruya sahip olduğuna ve tartışmalı olan konularda azalma yaşanacağına inanır. Eğer bu tartışma ortamı devam ettirilemezse hakiki bilgiye ulaşılamamış olmak yerine sadece ileri bir tarihe ertelendiğini düşünmektedir. Mill’in düşünce hürriyeti üzerine söylediklerini özetleyecek olursak dört başlık altında tasnif yapabiliriz. Birincisi; susturmuş olduğumuz fikirlerin doğru olma ihtimali vardır ve insanlık doğrudan kaçmış olur. İkincisi; karşıt fikirler doğru olmasa da kısmen doğru olma ihtimali barındırabilmektedir. Üçüncüsü; ciddi olarak bir fikrin itiraz edilmesine katlanılmazsa o fikir pek az anlaşılmaya başlar ve peşin hükme döner. Dördüncüsü; farklı fikirlerin susturulması ile asıl doktrin gücünü kaybeder, zayıflar ve bütün bütün yer işgal eden bir dogma halini alır.

Mill’e göre, fiillerin fikirler kadar hür olması kabul edilemez bir şeydir. Bireysel kimliği ön plana çıkartan yazar aynı zamanda bireye zarar veren, ezen her şeyi birer istibdat olarak görmektedir. Bu durum ister insanların otoritesinden kaynaklansın isterse de Tanrının buyruklarından kaynaklansın birer istibdattır. Bireyin kendi başına hür olarak hareket edebilmesi ancak başkalarına zarar vermesi dâhilinde sınırlandırılmaya gidebileceğini ileri sürmektedir. Fakat burada da Mill bazı sınırlandırmalar getirirken kendi nazariyesi ile çakışan bir duruma sürüklendiği söylenebilir. Örneğin, yıkılma ihtimali olan bir köprüden kişinin geçip geçmemesi bireye bırakılmasında bir sakınca görülmezken, yıkılma ihtimali kesin olarak bilinen bir köprüden geçilmesini bireyin iradesine ve hürriyetine bırakılmamaktadır. Aslında bir bakıma bireyin intihar edebilme hürriyetini elinden almaktadır fakat bu fikrin altı tam olarak temellendirilmemektedir.

Birey üzerinde otorite bahsine geldiğin Mill neredeyse bireyin özgürlüğünü oldukça sınırlandırma noktasına getirmiştir. Bireyin kendi kendine yaptığı herhangi bir zarar hiçbir surette bir başkasını etkilemez değildir. Kişinin çalışması durumunda kendine zarar vermesi o kişiyi çevresinde iş yapan kişilere, borçlu olduğu kişilere, belki de bakmakla yükümlü olduğu kişilere de zarar vermektedir. Böylelikle kişinin çevresine neredeyse zarar vermeden sadece kendisine zarar vermesi kaplamı oldukça daraltılmış bir konuma getirmiştir. Hatta Mill daha da ileri giderek, şayet kişinin çevresine hiçbir zararı dokunmasa dahi başkalarına kötü örnek olmak ve ahlaklarını bozmaktan dolayı şahsın hareketlerinin kontrol edilmesi gerektiğini savunmuştur. Genel olarak baktığımızda Mill hürriyet kavramlarını kendinden önce gelenlerden çok farklı olarak kaleme almıştır. Soyut bir takım savlar ileri sürmekten ziyade hem rasyonel hem de uygulamalı örneklerle bir teori geliştirmeye çalışmıştır. Belki de kendisinin değimiyle ilk örneklerinden olan bu hürriyet şeması kendi içerisinde hem çelişkileri hem de birçok açık noktayı ortada bırakmıştır. Fakat ilk olmasından dolayı böyle bir eser hoş görülebilecek bir fikri altı yapısını fazlasıyla hak etmektedir. Mill’in aydınlanma ve liberal görüşünü ortaya koymasında hürriyet kavramına belki de en çok yakışan görüşleri birey ve topluluk hürriyetleri ve onların sınırlandırılması hürriyeti değil fikir ve tartışma hürriyetine atfetmiş olduğu sınırsız hürriyetinden geldiği iddia edilebilir.