Uzak-Film Analizi

Blog
Film Analysis
Author

Kaan Sevim

Published

December 5, 2025

Uzak (2012), Dram, 1h. 50min. — Nuri Bilge CEYLAN

Uzak filmi modern yaşamın zorlukları arasında dillendirilemeyen, konuşulamayan yalnızlığı ve yabacılaşmayı anlatmaktadır. Şehir hayatındaki bireyselleşmenin etkilerini her sahnede gözler önüne seriyor. Filmin en önemli oluşturduğu atmosfer kar imgesidir. Her mevsimin insan üzerinde bazı etkileri vardır. Kış insanın üzerinde hem heyecanlı bir tempoyu hem de içerisinde hüzünlü bir sakinliği barındırır. Vivaldi’nin “Kış” eseri iki bölümden oluşur. Birinci bölüm allegroyla heyecanlıdır ikinci bölüm ise daha durağan ve sakindir. Kar insan için iki duyguyu aynı anda yaşatır; hem dışarısı soğuk ve kayma tehlikesi olduğu için evde kalmak istersiniz hem de evde otururken dışarı çıkarak kar topu atmak istersiniz. Hem dışarı çıktığınızda pişman olursunuz hem de içeride kaldığınızda. Uzak filminde insan davranışlarındaki soğukluğu ve birbirlerine karşı olan bu belirsiz uzaklığı en iyi ifade eden imge kar olmuştur.

İlk sahnede Yusuf kuzeni Mahmut’un yanına gitmek için köyünden ayrıldığı sahnede dağlar ve evlerin bulunduğu yerlerde kar yoktur fakat sadece Yusuf’un yürüdüğü yol karlıdır. Bu Yusuf’un zor bir yolculuğa çıktığını göstermektedir.

Film sinematografik olarak tam bir fotoroman şeklinde anlatılmaya çalışılmıştır. Kamera hep uzaktan çekilmiştir. İkinci sahnede Mahmut cinsel bir ilişki yaşarken arkasında bulanık bir şekilde duran bir kadın vardır ve kamera sabit kalır ve ikisi de bulanıklaşır. Bu insanların hayatını izlerken bile onların hayatına sabit bir yerden ve hep uzaktan bakarız. Cinsellik tamamen fiziksel ve maddesel bir şekilde işlenmiştir. Cinsellik de dahil tüm ilişki biçimleri materyalist,bireyselci ve içselleştirilmemiş bir biçimde dışarı vurmaktadır.

Nuri Bilge Ceylan’ın bu filminin otobiyografik olabileceğini iddia edenler var. Aslında film başlarken Mahmut yatakta uzanmaktadır ve tam başının üzerinde Koza kısa filminin afişi vardır. Bu Ceylan’ın yazdığı ve yönettiği hatta annesi ve babasını oynattığı ilk filmidir. Aynı zamanda Mahmut karakteri fotoğrafçıdır ve Ceylan da sinemadan önce fotoğraf sanatı ile uğraştığı bilinmektedir. Buradan yola çıkarak Mahmut karakterinin Ceylan’ın yaşamış olduğu yabancılaşmayı kendi gözünden aktardığı düşünülebilir.

Filmin yine ilk sahnelerinden biri mutfaktaki fare ile ilgilidir. Aslında bu fare eve gelecek olan Yusuf ile aynıdır. Fare günlerce bulunduğu yerden çıkmaz ve sesi Mahmut’u sinirlendirir. Yusuf’da aynı şekilde Mahmut’un evine geldiğinde ne kadar kalacağını söylemez ve Mahmut her sorduğunda onu umursamaz bir şekilde geçiştirerek oldukça sinirlendirir. Yusuf ile farenin özdeşleşmesini bir de filmin sonunda görürüz. Bir gece fare yapışkan kapana kapılır ve çığlıklar atmaya başlar. Buradaki çekim oldukça yaratıcı bir tasarımdır. Uyku anında dış sesin rüyaya girmesi ve çok farklı bir şekilde tezahür etmesini az çok deneyimlemişizdir. Yusuf farenin çığlıklarını uyku ve uyanıklık arasında karanlığın içinde yıldız şeklinde bir ışık olarak görür. Sonra her ikisi de uyanır ve mutfağın eşiğinde yapışan fareyi görürler. Mahmut sabah olunca atarız der fakat Yusuf sesinden uyuyamayacağı için hemen atmak ister. Mahmut canlı bir şekilde poşete koy ve at der. Yusuf poşeti attıktan sonra kedileri kovar ve dayanamaz geri döner poşeti duvara vurarak fareyi öldürür. Bu sahneden bir gün sonra da Yusuf evi terk eder. Eğer fare ile Yusuf özdeşleşmişse, Yusuf’un tekrar köyüne gitmiş olması oldukça iyimser bir tablo olur. Son sahnede Mahmut’un deniz kenarında Yusuf’un sigarasını içmesi ve uzun uzun denize bakması, Yusuf’un denizde intihar etmiş olma ihtimalini de yükseltebilir. Yusuf’un nereye gittiği meçhuldür. İlk sahne ile son sahnelerin birbirlerini tamamlamasından dolayı biraz hızlı geçiş gibi olsa da sistematik bir ilerleme tarzı oldukça zor.

Yusuf kasabasındaki fabrikadan çıkarılan bin işçiden biridir ve İstanbul’a gelerek gemici olmak ister. Şehir hayatına ve gezmeye özenen bir kişiliktir. Aynı zamanda umutsuz, ne yapacağını bilmeyen ve içinde bulunduğu durumu gerçekçi bir şekilde paylaşmadan sürekli günü geçiştirmeye çalışıp durur. Bu durum Mahmut’un yalnızlığını bozmasından dolayı oldukça sinirlendirir ve Yusuf’a sürekli ne zaman sonuçlanacak iş başvurusu diye sorar. Yusuf’u ilk gördüğünden beri istemediğini belli eden davranışlarda bulunur. Mahmut bitkin ve isteklerini gerçekleştirememiş Cihangir’de yalnız yaşayan, kendisini entelektüel ve sanatçı bir kişi olarak gören ama hayallerini gerçekleştirememiş olmanın hüznünden bile vazgeçmiş bir kişidir.

Yusuf iş aramaya ilk çıktığında batık bir gemi ile karşılaşır aslında bu kare Yusuf’un kaderidir. Yusuf bir kadınla duygusal bir birliktelik yaşamak isteyen birisidir ama bunu nasıl gerçekleştireceğini bilmez. Uzaktan karda oynayan çiftlere bakar, ilk karşılaştığı kadınla konuşamaz onu takip eder, otobüste oturan bir kadının bacaklarına bacaklarını değdirmeye çalışarak içindeki umutsuzluğu çaresiz davranışlarla ortaya çıkarır. Yusuf kapıcıdan kargoyu almak için beklerken bir kadınla karşılaşır ve ona karşı hızlıca bir şeyler hisseder. Fakat bir şey diyemez. Apartmanın otomatik ışığı hareketsiz kalındığı için söner ve karanlıktan, görünmemekten güç alan Yusuf kadına doğru hareket ederken, sensörden dolayı lamba tekrar yanar ve hemen adımını geri çeker. Bu sahne yabancılaşmayı ve hayattan korkuyu ifade eden önemli bir sahnedir. Tüm cinsel sahneler de karanlıkta geçer. İnsan içindeki o umutsuz ve yalnız olan karanlıkta kendini özgür hisseder ve ilişkiye girmek istediği insanla ancak o karanlıkta birlikte olabilir çünkü yüzleşmek oldukça aydınlık ve korkutucudur. Karanlık olduğunda kendiyle yakın, aydınlık olduğunda ise kendi de dahil herkese uzak bir kişiye bürünür. Belki de fareler gibi…

Filmdeki karakterler arasındaki farklar da yine imgesel olarak gizli bir şekilde anlatılmaktadır. Mahmut arkadaşlarıyla buluştuğunda onun eskiden Tarkovsky’ye gibi film yapacağından ve idealist bir insan olduğundan bahsedilir. Fakat Mahmut hiç duymamazlıktan gelerek geçiştirir. Eve gittiklerinde ise Mahmut Tarkovsky’nin Stalker filminin tren sahnesini izler. O esnada Yusuf televizyonun karşısında uyuklamaktadır. Film onu cezbetmemiştir ve yatmaya gider. Yusuf çıktıktan sonra ise Mahmut filmi kapatarak porno izlemeye başlar. İlerleyen sahnede Yusuf tekrar gelir Mahmut hemen kanal değiştirerek normal filmler açar ve bu popüler filmler Yusuf’un çok hoşuna gider ve her kanal değiştiğinde hızlıca adapte olarak gülmeye heyecanlanmaya başlar ve Mahmut sinirlenerek televizyonu kapatacağını söyleyerek Yusuf’u gönderir. Bu sahne aslında sanatsal bir filmi umursamayan ama popüler filmlere kendini kaptıran köylü Yusuf’un cahilliğini gösterirken, Tarkovsky filmi izlerken yarıda keserek porno izleyen entelektüel bir kişinin kaybolmuşluğunu ve içsel hissizliğini gösterir. Aynı şekilde ilerleyen sahnelerde Yusuf ile birlikte köylerde fotoğraf çekmeye çıkan Mahmut çok güzel fotoğraf çekilecek bir yere geldiğini söyler. Şu tepeden koyunları ve gölü aynı anda alacaksın der. Onca yol gitmelerine rağmen ve Yusuf’un heyecanına rağmen boşver ya deyip geçerler. Bu iki olay her iki karakterinde kimliğini açıkça gösteren iki sahnedir.

Kapıların kapanması ve kapılar ardından gizlice dinlemek oldukça imgesel olarak kullanılmıştır. Kapının sürekli kapatılmasının söylenmesi, telefonla konuşurken kapıyı kapatmak ve diğerinin gizlice dinlemeye çalışması aslında hayatı sadece uzaktan yaşamak ve içine girmek istememektir. Bir sahnede, artık Yusuf ile aynı ortamda bile bulunmak, aynı şeyi yapmak istemeyen Mahmut sigarayı bıraktığını ve bundan sonra mutfakta da sigara içilmeyeceğini söyler. Hatta daha da ileri giderek Yusuf balkonda sigara içerken balkon kapısını üzerine kilitler. Artık Yusuf’a dayanamayacağının bir göstergesidir bu. Karakterler, hayatın zorluklarıyla yüzleşmekten korkarken bir yandan da tamamen kayıtsız kalmak istememesiyle paradoksal ve dramatik bir öykünün içinde gibidir .

Mahmut’un içinde bulunduğu sahneler modern yabancılaşmayı konu edinen Edward Hopper’ın resimlerindeki figürlere ve tasarımlara oldukça çok benzemektedir. Yusuf ise biraz zorlama olsa da aslında duygusal olarak çok benzeyen Tennyson’un “The Lady of Shalott” şiirindeki gibi toplumdan soyutlanmış ve ölümü pahasına da olsa oradan kurtulmak isteyen bir çaresizliği yansıtmaktadır.

Yusuf bir türlü iş bulamamaktadır. Bir gün Haliç köprüsünde yürürken bir balıkçının, tuttuğu balıkları koyduğu suyla dolu kaptan bir balığın dışarı düştüğünü ve çırpındığını görür. Bu kare aslında Yusuf’un son umudunun da tükendiğini gösteren ve deniz hayalinden vazgeçtiği bir sahnedir. Yusuf’un umudunun kesmesine rağmen hala evde kalması Mahmut’u artık çileden çıkarmaktadır. Umursamaz tavırlarından dolayı sıkılan Mahmut kavga çıkartacak hiçbir fırsatı kaçırmak istememektedir. Mahmut evde kaybolan köstekli saatin yerini sorar ve Yusuf’un çantasını karıştırır. Saati bulmasına rağmen kavga fırsatını kaçırmamak ve Yusuf’un mahcup duymasını isteyerek saati bulmamış gibi yapar. Artık her konu dolaylı olarak Yusuf’un kalmasına tepki olmaya başlar. Onu cahillikten hırsızlığa kadar her konuda suçlar. Artık Mahmut Yusuf’a dayanmanın son noktasına gelmiştir.

Mahmut eski karısıyla düzeyli bir ilişkiye soğukkanlı bir şekilde sürdürmeye devam eder. Eski karısının evini arada uzaktan dikizler. Eski karısı yeni eşiyle birlikte Kanada’ya gideceği sıra onu yine havalimanında uzaktan izler. Uzaktan bakmak birçok şeyi anlatmaktadır: Duyguların belli olmadığını, davranışların amaçsız olduğunu, hem yalnızlıktan sıkılmanın hem birlikte olamamanın vermiş olduğu araftalık hissini… Varoluşsal krizlerin izdüşümü gibi sanki… Sonsuzluk da hiçlik de korkutucudur artık insan için… Mahmut’un aşkı, balmumunun güneşe olan aşkı gibidir… Şehirler artık soyut bir kalabalığa dönmüştür… Sessizlik ve yalnızlık ise vazgeçilemez bir acıdır…

Adorno ve Hockenheimer’ın yazdığı Aydınlanmının Diyalalektiğinden bir alıntı yapmak isityorum;

Modern yaşam insanı kendi kavramlarından ve acılarından uzaklaştırarak mesafelerin içerisine hapsetti. Sabırlarımızı, aşklarımızı ve duygularımızı köreltti. Kendimizi tanımak için bile aramıza mesafe koyduk. Biz topluma ya da insanlara değil kendimize yabancılaştık. Mahmut ve Yusuf bir köyün camisindeki çini fayanslarını çekmek için caminin içine girerler ve namazın bitmesini beklerler. Dışarıda beklemeyi tercih etmezler içeri girerler ve cemaati izlerler. Aslında bu onların bir nevi içinde bulunduğu durumları özeti gibidir. Ne toplumun dışında kalmak ne de cemaatin içinde olmak, sadece uzaktan seyretmek…

Belki de modern yabancılaşma, içinde oynamak istemediğin ama dışarıdan da bakmaya dayanamadığın çaresizlik içindeki bir kar manzarasıdır…